25 Ağustos 2014 Pazartesi

Boğuntulu Telkinler ve Zafer

                                                 ► Radical Face - Welcome Home ♫

       Çok bilmiş bilinçaltına sorsan bin bir çelişkiyle ısıtarak önüne getireceği (t)onlarca hayâl kırıklığın, pişmanlığın ve serzenişin var. Hep birlikte, yüzünün kabakulak olduğun zaman şişen yerinde toplanmış hücûm etmeyi bekliyorlar kafatasına. Ne yapacağını şaşırıyorsun. Taarruza izin versen, (biliyorum, şart kipinden sonra virgül gelmez "normalde") kendine karşı kazanmaya başladığın yarım saygını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaksın.
     -Buraya kadar geldim, bundan sonra pes etmek olmaz. 
     Bir kere göz yumayım diyorsun. Bütün bir gün, hafta, ay can çekişeceğime yapabileceğim düşüncesinin üzerine tipeks çekerken, o bir an nefessiz kalırım; olur biter. 
     ...
     Kapını poyrazda açık bıraktığında içeri üşüşen toz zerrecikleri gibi neşe içinde yuvarlanarak aklını kirletmeyi bekliyorlar zaten onlar da. İçeri daldıkları anda, yanağındaki şişliğin tüm bedenine verdiği rahatsızlık dinecek; orada bir fazlalık oluşmasına rağmen göğsündeki boşluk dolacak. Acı dinecek, boşluk bitecek. Pek âlâ. 
     Sabah kalktığında içinde oluşmasından çekindiğin, haydi nezâketi bırak, tenini dikenlere parçalatırcasına kaçtığın "boğuntu" illetini -suffocation işte, hep diyorum, bazı kelimeler bazı dillerde daha anlamlı ve kapsamlı- atlatmaya başlamışsın, seviniyorsun. Mânevî sürüncemelerin az ve hattâ yok artık. Şükür ki melankoli artık huy olmayacak sende. 
     -Şükret.
     Kime dayanıp kime güveneceğini iyice idrâk etmiş gibisin? Biliyordun da O'nun sâdeceliğini, derin derin yaşıyorsun artık. Daha ne?


     Eskilerin ve eski kalmak isteyenlerin "mâzi" deyip yalnızca plâklar üzerinde andıkları şeyler sende belki bir günlük, aylık, yıllık pörsümeler. Duysa bu eski(ci)ler, sana çemkirirler. Kimse anlamaz içinde ne serzenişe ne isyâna yer olduğunu artık. Derler ki: "Vay, ne güzel de zıt gitmiş hayatla! Evet, bu kafa güzel; bu kafanın gideri var." Söylerler ki: "Tam da beni anlatıyor, sıkışan ruhumu. Deliliğimin mütercim tercümanı." Oysa, sen bu çiçeği burnunda akil-baliğ deliliği alt etmenin ramak kaldısındasın. Bilmezler.
     Delirmeye müptelâymış beşer. Deli gibi olmaya daha çok. Farklı olduğunu sanyormuş meğer, orijinal bedenler uğruna. Tenini yaralarken jiletle, ruhunun beden plasentasıyla bağını koparmak... Önünü ve ardını ayırmak, sinir uçlarıyla sınır uçlarına uçmak. Öyle bir ortası yokluğa meftûn olmuş ki âdem, ne bir ilerisi ne de bir gerisi var artık ketini vuruverecek. 
     -Sen de öyle zannettin bazen.
     Ne kötü. En sevdiğin kırmızı ile başka sevdiklerinin birleştiği noktayı kestirememek, bazen "Astigmatım ben, bulanık görürüm." deyiverip sığ geçememek... "Kesin bir pislik var." kalleşi. 
     Pili bitmeye yüz tutmuş bir el feneriyle otobanlarda aramaya çıktığın duruluğu bulamadığın, kestiremediğin zamanları unutma. Nasıl hırsız zannedilme endişesiyle adımladığını da beyaz şeritleri. 
     ...
     Bir şeyleri sanmaktan vazgeçmeye başladığında çizildi sınırlar. Renk körlüğünün asıl tedavisini çözdün gibi. Ondan bu soyutluğun ve nokta atışların. Doğduğundan bu yana var olan ânın tadını çıkarmayıp "Ne zaman gideceğiz?" sorusu var bir de tabii.  
     Kendini aşarken birilerine de böyle hissetmeyi aşılamak istiyorsun. Biraz güzellik aşırmak hayattan. Sükûnet ve püripaklık gibilerini. Bundan sonra da birkaç kırık zihinle bölüşmek, kırıntılarını yerlere dökmeden ve dahi tabağını sünnetleyerek. Ne kadar değerli olduklarını anladın. 
     O zaman, sonsuz nimete sonsuz şükrü onlara da aşıla. Aşıla ki, aş olsun yüreklerine. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder