3 Ağustos 2013 Cumartesi

Kadir Gecesi Kadri ve Termal Şeker Havuzu

     Günlerden cumartesi ve ben çocukluğumdan bu yana devam eden aynı ''yaşasın annem bugün evde heyecanı'' ile uyanıyorum. Hem de her zamankinden erken bir yeni güne selam oluyor bu. Hatunum ''Bak Kadir Gecesi sabahı hava biraz kapalı, güneş biraz fersiz olurmuş; baksana, sence de hava biraz puslu değil mi?'' diyerek perdeyi aralıyor. Gecelerden hangisi Kadir Gecesi, günlerden hangisi hayır günü, saatlerden hangisi hacet saati bilemiyorum elbette ama ''Evet, cidden öyle gibi.'' cümlesi ağzımdan ve ''Her gece Kadir olsa ve her gecenin kadrini bilebilsek ya.'' düşüncesi zihnimden çıkıveriyor.
     Öğleden sonra ''haydi şöyle bir dolaşalım düşüncemiz ve arabamız''la çayırlara çimenlere akalım, bir güneş sıcağı, bir ağustos başı havası alalım diyoruz. Üç-beş ''eksik gedik'' olduğu gelince aklımıza, direksiyonu bizim klasik süpermarketimize kırıyoruz.
     Market arabamızla içeri adım attığımızda bizleri koca bir platform karşılıyor plastik raflarıyla ''Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.'' dercesine. Önce ''aleyküm selam'' ile selamı alıp daha sonra şaşırmaya, küçük kız çocuklarının güpgüzel bir ''abla'' gördüklerinde oldukları yerde kalakalınca minik dudaklarıyla ''Vaaay.'' çekişleri ile devam ediyorum girişte. ''Anne, fotoğrafını çekmem lazım.'' O sırada en sevdiğimiz bayram çikolatalarını-hani şu minik, rengarenk ve yalnızca sütlü çikolatalar; fındıksız fıstıksız falan- görüyoruz ve yarım kilo almak üzere dadanıyoruz haliyle standa. Daha sonra anneanneye salça götürmelik kavanozlar gibi tamamen sevgi pıtırcığıklığından ibaret şeylerle birkaç temizlik malzemesi-evin tüm bayanları titizlik delisi olunca- alıp çıkmaya davranıyoruz marketten. Annem hatunum davranıyor daha doğrusu. Zira benim aklım hala o ''Termal Şeker Havuzu''nda. Fotoğrafını çekebilmek için can çekişiyorum. Elimde telefon, kasada bekliyorum. Kasa işlemleri bittiğinde dayanamayıp anneme biraz beklemesini söyledikten sonra orada görevli çıtıpıtı kızlardan izin isteyip dünyalar benim olmuşçasına masum bir kare alıyorum en sevdiklerim önde olacak şekilde. Daha sonra ise teşekkürlü ve havalarda uçmalı marketten çıkmalar...
   





     Anne-kardeş-abla üçlüsü olarak bizim bazı özel yerlerimiz var ''bizim buralarda'' kafa açmalık. Oralara yönleniyoruz. Ve ben elimde kendime erken bir bayram hediyesi olarak sunduğum naçizane şeker havuzu fotoğrafımla uğraşıyorum. Bir küçük andan bin mükemmel mutluluk çıkarıyorum sonsuz şükürle.
     Eve gelince iftar hazırlığının o güzel telaşı alıyor bizleri. Dubleks de değil, tiribleks mutluluk falan benimki! Hem Ramazan, hem Kadir Gecesi ve hem bayram. Birini uğurluyorum buruk bir şekilde, birini tüm kalbimle karşılamışım ve birini karşılamaya hazırlanıyorum zihnimdeki ve kalbimdeki çikolata bahçemle.
     ''Rabbim!'' diyorum, ''Ne olur bu gece şeytan bulaşmasın bana. Hiçbir zaman uykum gelmiyor, en azından ne zamandır gelmiyor ve hep sahur bekleyebiliyorum. Bu gün de musallat olmasın bana o nankör ve ben Gecemi güzelliklerle, inci mercanlarla karşılayıp canımı Senin yoluna koyayım.''
     ''Yüce Rabbim!'' diyorum, ''Yalvarırım lütfunu, keremini, mağfiretini esirgeme bizden. Bizleri asla bırakma şu nefsimizle baş başa. Elimiz hep bir iş görsün, boş duran değil; baş çeken olalım. Yolunda yollar yapalım. Tövbeler edelim dilimizi günahtan sakındıran.'' 
     ''Allah'ım!'' demelerdeyim. ''Elimize vermişsin Cennetin anahtarını. Yalnızca ama yalnızca doğru kilidi bulmamızı istiyorsun, öyle kolay ki. Biz acizlerse şu nefsimize uyup her seferinde zor olanı, o bir tek yanlış kilidi buluyoruz birçok doğru çıkış kapımız varken. Bizleri affeyle. Bir an olsun bile kibirle kabarmasın göğsümüz. Şimdiye kadar Seni, keremini idrak edenlerdensek salih amelimizi artır, değilsek bizlere hayırlı idrakler nasip eyle.''
     






     O rengarenk platform güzel bir termal havuzdu, en şekerlisinden. İyi ve hayırlı iş ile sımsıcacık-hani termal ya- bir akraba ziyareti yaptırıcı özelliği vardı. Bir de dünyanın tüm mazlumları kucaklayıcı.
     Dünyanın en güzel çocuk havuzuydu o. İçine oturduğunda kalkmak isteyecek bir tek çocuk bulamazdınız. Belki biraz bilinçlenmiş ve diş fırçalamaya başlamış olanlar bir iki şeker kısarlardı hesaptan. Fakat inanın, dünyada kan ağlayan bir mazlum çocuğun dişlerinin çürümesini düşünecek hali hiç yoktu. Şu klasik ''en çok bilmemne yeme rekoru''nu kıran eğlenceye susamış yetişkinlere en büyük rakip olurcasına bir çırpıda bitirirlerdi hepsini. Yeter ki bir çıkış yolu olsaydı o mermi seslerinin arasından. Yeter ki bir kurabiye kokusu alsalar, yeter ki bir ekmek bıçağı sesi ile bir su sesi duysalardı. Bir anlık, bir lokmacık da olsa.
     Dünyanın en güzel ''büyükler'' havuzuydu da o ayrıca. İçinde kalan çocukluğu yaşayamayanıyla, bastırdığı saf duygularına karşı hunharca bir ego savaşı vereniyle, iyisiyle kötüsüyle, mazlumuyla zalimiyle aslında tüm büyükler için en güzel havuzdu o. Kışı seveninin bile içini ısıtacak, çocuğunun yanağına ufak bir öpücüğü çok görene bile sevgiyi hatırlatacaktı.
     Ve bugünün Kadir Gecesi olması muhtemeldi. Biri istediği kadar kendini yahut bir diğerini ''inançsız'', ''kafir'', ''yobaz'', ''şakirt'', ''çulsuz'', ''serseri'', ''arsız'', ''gerikafalı'' diye yaftalasın, özü olan toprak kadar saf, onun kadar temiz olduğu gerçeğini değiştiremeyecekti. Yeter ki ''Yaradan''ı hatırlasındı. Bu dünyada sevdiği kedideki, kokladığı çiçekteki, incelediği gezegendeki o sanat böyle muazzamsa cennet nasıl şu cüz'i aklın alamayacağı bir muazzamlıktaydı kim bilir!
     Bugün bin aydan daha hayırlıydı ve bu aciz kula bir andan bin mutluluk yaşatıyordu Rabbi.
     Bugün şah, bu gece candı. Ve ben ''Ey yerlerin ve göklerin sahibi olan yüce Allah'ım!'' diyordum O'nun bahşettiği olanca samimiyetle. ''Bizleri o Yüce Kitabında hep bahsettiğin altından ırmaklar akan cennetlerine layık eyle, Seni görebilmeyi, Can Peygamberim, Canım Efendim Hz. Muhammed'in (s.a.v.) güzel cemalini görebilmeyi nasip eyle bizlere.''

     ''Şüphesiz ki Sen doğruyu söyleyensin.''

    Amin.