16 Mayıs 2014 Cuma

Göçük Prens

     "...Büyükler rakamlara bayılırlar. Diyelim, yeni arkadaşınızdan söz ettiniz; asla işin özünü merak etmezler. Örneğin, "Ses tonu nasıl? Hangi oyunları seviyor?..." diye sormazlar asla. Onun yerine, "Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?" derler. Onu ancak bu şekilde tanıyacaklarını sanırlar. Büyüklere, "Kırmızı tuğlalı bir ev gördüm. Pencerelerinde sardunyalar, çatısında güvercinler vardı..." derseniz eğer, bu evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara denilmesi gereken şudur: "Milyonluk bir ev gördüm." İşte o zaman, "Ah, ne kadar güzel!" derler size."

     



     Küçük Prensivari bir şeyler karalayan Antoine de Saint-Exupéry, her okunduğunda "Cidden öyle!" nidâlarına sebebiyet veren bu satırlarını mürekkepleyip atıvermiş zihinlerimize ve yüreklerimize belkifikadaruzakolmayan ama epey ırak bir vakitte. Şaşırtıyor, hemen her gün gark olduğumuz sayı basamaklarını hatırlattığından, ondan çok, her gün onlara "Haydi, gel!"li kucaklar açıp nasıl göz yumarak birlikte yürümek istediğimize. Şaşırtıyor.

     Her daim yol çalışmasında olan turuncu fosforluların yanından geçiyorum yine bugün. Sigara tüttürüp çapa atıyorlar. Atışıp gülüşüyorlar, samimiyetten ölecekler.
     Pek çok an dünyeviliğe kapılıp giden geri kalanlara bakıyorum. Sigara tüttürüp telefonla konuşuyorlar. Surat asıp küfrediyorlar, yalnızlıktan ölecekler.
     Dâhil olduğum o güruhtan kendimi makaslayıp gelişigüzel hayata yapıştırıyorum. Sigara içip telefonla konuşmuyorum. Kulaklık takıp derse gidiyorum. Ben de yalnızlıktan öleceğim.

     Turunculuların birtakım sarıca alalıları kuytularda. Sigara içip telefonla konuşmuyorlar. Kulaklık takıp derse yetişmek de yok, ne âlâ(!) Baret takıp fener açıyorlar, ama onlar galiba havasızlıktan ölecekler.

     Dur bir dakika.
     Zaten ölmüşler.
     Ölmüşler de haberim, haberin, haberimiz olmuş. Çünkü iki değil, iki yüzlermiş onlar. Bir karıncanın tüy canına kast ederken barınak hayvanlarına göstermeye çalıştığı -o da yalnızca bu kadar, belki cidden "gösterme"liktir- özeni gözetmeyen insan, ikisini değil, yüzünü düşünmüş. Yine.

     Çünkü mesela o yüzün biri, bir çocuğun babası olabilirmiş ve o çocuğa da bak ki kendininkinin sınıf arkadaşıymış. "Babası ne kadar kazanıyor?" arkadaşı.
     Yahut kendininkinin hayatını paylaşacağının babasıymış o fosforlu. Tabii aynı zamanda "Ailelelerimiz denk düşmez." karısı, kocası.

     İki yüzü hatırlarız, iki yüzümüzle.
     Çünkü bizim neon kabartmalı tabelalarımızın maliyetine bile denk gelmez birinin varlığı.
     Birinin ruhu birimizin kontak anahtarını karşılamaz.
     Bedeni zaten hak getire.

     İki yüzü hatırlarlar.
     Zira belki anca iki yüzü karşılar bizim pahalı ruh ve bedenlerimizin ederini.

     İşte bu yüzden her birimiz sataşacak yer ararız. Defolu yüreklerimizin açıklarını yamayacak bir başkasını bulmak adına. Düşünmeyiz lâkin o yama daha da belirginleştirecek hatayı kusuru, yama üzeri yama; yama kare, yama küp... Yüreğimizin karalığı elimize yüzümüze bulaşacak.

     -İşte yine rakam. 


      Çoğu gün, yüzüne bakılmayan bir yol kenarı fosforlusunu anca ona denk iki yüzü (200) ile hatırlayacak oluruz hâyâsızca. Oysa onların görünen karalığı yalnızca kömür karasıdır. Cüz'i aklımızla idrâk edebileceğimiz, en azından ilk başta bahsini edebileceğimiz, yegâne siyah budur.


      Biz büyüdüğümüzü rakamların sayılara dönüşmesinden ve sayıların da gittikçe sonsuza yaklaşmasından anlarız. Biz büyüdükçe ve büyük olmaya başladıkça renkler gider, denkler kalır. Sesler uçar, esler parlar. "Dur"lar, "sus"lar... Canların bittiği yerde "lan"lar "biter".

      O yüzden, yapma bana özeleştirisiz düz eleştiri. Yapmayayım sana hakaret ve küfürlerden bir aranjman. Yormayalım kendimizi, birbirimizi. Nasıl olsa bir kocaman rakam daha buluruz bahsini edecek, bitirmeyelim takâtimizi.

     Her şeyi hadsizce yok etmeye çalışırsan, hiç, "O adam değil, mantarın teki!" diyen Küçük Prens olamazsın işte. Bahtsızca kıyasa tuttuğun yer altının çocukları ile Doğu'nun çocukları, sen bunda direndikçe ortak kara parantezine alarak boğarlar seni, bizi bir kaşık kanda.

     Ve biz hiç "Eğer dostumu unutursam, rakamlardan başka bir şeyle ilgilenmeyen büyüklere benzerim."leri üzerimize alınarak sosyallik ve popülerlik sağlayamayız hiçbir platformda, he mi? Yine paranteziçiünlem.

     Ve birini değil ancak binini para ettirebildiğimiz göçük kalpleri bozdurup harcarken biz, hep "O adam değil, mantarın teki!" denilenler oluruz.

     Varsın olalım.
     Bizim rakamlarımız var bir daha sayacağımız.