11 Temmuz 2013 Perşembe

''Bosno Majko, Srebrenice Sestro''


   
     Doksanlardan bir yıl, bilmiyordum hangisi; sonra anacaktım. Bilmemem normal karşılanırdı zira hem üç ya da beş yaşlarında bir bebeydim henüz hem de doksanların çoğu ''kana susamıştı''. Her bucaktan, her köşeden, her diyardan bir ölüm, bir katliam, bir kıyım, terör, ateş fışkırıyordu; hayatımda kokusunu hiç almadığım barutu midemde hissediyordum neredeyse. Öyle bir yürek kanatan dönem.
     Aylardan bir ay, hangisi olduğunun farkında değildim.  Havalardan hatırlamaya çalışsam? Yazı kışı da karıştırmıştım işin kötüsü, olmuyor(du). Kış olsa başı dumanlı dağlardan şehit haberleri gelir, yaz olsa bilmem hangi kasabada ölümler... Böyle bir insanlık imtihanı çağı.
     Bosna Hersek diye bir yer var, kardeş bize; bunu biliyorum bir. Sarı, dümdüz, ipek saçlı çocuklar var; gözleri renkli. Öyle gösteriyorlar. ''Kardeşler.'' diyorum içimden. Fakat o kardeşlerin bir sıkıntısı var hep, televizyon onları hiç gülerken göstermedi, göstermiyor. Bir ip atlasalar, saklambaç oynasalar, ne bileyim, koşuştursalar ya! Yok. Galiba bende bir gariplik var ya da sarı ipek saçlı çocuklar koşmazlar.
     Sarı ipek saçlı çocukların gözleri gülmez, ağlar. Biz çocukların renk değiştirmeye meyilli gözleri üzerimize giydiklerimize göre renk değiştirirken o sarışın kardeşlerin gözleri ya ailelerini bırakıp geldikleri çorak toprakların gri rengini alır yahut tabutların yeşil rengiyle boyanır. Koskoca deniz mavisi gözler vicdansızlıkla boyanır her nasıl oluyorsa!
     Aklımın ermeye başladığı yaşlar işte, bilmiyorum. Ermese de gözlerime silahlar, tüfekler yansıyor ufak televizyon ekranından. Küçücük anneleri var çocukların, babalar nerde ama? Bazısının yanında da abiler var, babaları olabilir mi? Ama benim babamdan çok küçük bu abiler? Delirmemek için düşünmemeye çalışıyorum.
     Birilerine ateş püsküren amcalar var televizyonda. ''Dünya yine kulağını gözünü kapadı!'' diyorlar. ''Seyirci kaldı.'' Oysa ben izlenecek bir çizgi film göremiyorum ya da ortada bir film var ve günlerdir izlediğim şeyler bir aksiyon filminin sahneleri?

     Ah öyle olsaydı Srebrenitsa. Kurgu olsaydın sadece, o küçük çocukların da birer figüran. Bizler de seyirci. Aynı bir patlamış mısırlarını alıp ekran karşısına geçmedikleri kalan o zamanın ''dış güçler''i gibi. Tek farkla, ekranın diğer tarafındakiler gerçek olmayacaktı. Öyle bir kurgu olsaydın ya Bosna...
     ''Yine olsa yine yaparım!''cılar hala buralarda kol geziyor Srebrenitsa, hiçbir şey değişmiş değil. Bütün terörün, katliamın, sıcak çatışmanın kol gezdiği o doksanlar gibi yine bir yerler. Hala abartılan bir şeyler, eter koklatılıp uyutularak susturulan gerçekler var. Bazıları hala çok korkak, bazıları hala çok duyarsız kardeşler.
     Ama biz biliyoruz, biz duyuyoruz, biz anlıyoruz ipek saçlı kardeşler. Çocuk duyarlılığıyla yüreğimize işlendi tüm dünyanın yansımasını gözlerinde taşıyan Bosnalı dindaş kardeşler. Ben sizleri televizyon ekranında gördükten iki gün sonra siz de kurban gittiniz belki bu bitmek tükenmek bilmeyen insanlık ayıplarından birine Srebrenitsa'da.


   



     Kardeşim,
     Çok sonra öğrendik. Gözleriniz can mezarlarınızın üzerindeki çiçeklere gelen mavi kelebekler kadar maviydi, onlar da sizin hayata tutunmaya çalışan gözlerinizin eksik parçasını tamamlamaya gelmişlerdir zaten herhalde.
     O zamanın çocukları sizinle kanadı, sizinle buruklaştı, sizinle ağladı. Öyle saflardı ki sizin gibi, sizinle de ölürlerdi. Tıpkı sizlerin de onlar için ölebileceği gibi. Hiçbir şey beklemeden, çıkarsızca, deniz gözleriniz, ipek saçlarınız için. Kardeşsiniz diye... Çünkü kardeşle ''atta''ya gidilirdi hep.
     Günlerden bir gündü doksanlarda, net anımsamıyordum. Bosnalı bir çocuk güzel gözlerini kapatırken bana da gel diyordu:
     -Gel. Orda anlaşabilmek için Türkçeye, Boşnakçaya gerek yok.
     -Gel. Güzeller güzeli cennette mis kokulu çiçekler koklayıp hiç insan değmemiş oyunlar oynayalım.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Yirmi Üçüncü Randevu

     ''Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım, Sana sığındım. Senin verdiğin rızık ile orucumu açmayı nasip ettin. Rabbim! Sana şükürler olsun. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla. Amin.''




     Dün akşam eve geldiğimde birinci kata bırakılmış bir yıllık randevu habercisi vardı merdivende, çok kutlu bir ulaktı bu: Bir aylık yol haritamızı gösteren Ramazan-ı Şerif imsakiyesi bırakılmıştı kapılara. İçimden ''Yere atmasanıza şunu ya!'' diye huysuzca ve nazı geçercesine söylenerek aldım evde bu yıl da misafir etmek için onu. Solunda bir hadis-i şerif ile Hz. Ali (r.a.)'nın bir sözü, solunda ise bu iftar duamız yazıyordu yine. ''Çok şükür.'' çektim içimden, ''Çok şükür Rabbim, bizleri bu yıl da Ramazan ayını görmeye nail eyledin.'' 
     İmsakiyenin altında tabii ki Kadir Gecesi'nin tarihi belirtiliyordu: ''3 Ağustos 2013 Cumartesi'yi pazara bağlayan gecedir.'' diye. Bayramın ayın 8'inde olduğu yazılıydı bir de. 
     ''3 Ağustos'a ufuu, daha bir ay var!'' klişesini geçiriyorduk tabii ki aklımızdan o bir ayın göz açıp kapatıncaya kadar geçip gidip biteceğini bilerek. 
     Devlet dairelerinde, günlerde, efendime söyleyeyim, spor salonlarında, kurslarda muhtemelen yazın oruç tutma işini nasıl atlatacaklarını konuşurken Allah (c.c.)'tan sabır niyaz eden kardeşler var. Bir yandan, ''Norveç'te de 22 saat oruç tutulacakmış yav.'' muhabbetleri, akıllarda ise 22 saat de olsa 2 saat de, geçip gideceği; son günün hüzünle geçeceğinin bilinci ve bayramda nerelere gidileceği düşüncesi.
     İmsakiyeler gelmede, takvimler mahyalara doğru yaklaşmada. Yürekler çarpmada. Camiler gelin olacakları düğüne hazırlanmada bin bir tatlı telaşla. Çadırlar, aşevleri şenlenmede doyuracağı her ruhu düşünerek. Çatallar-kaşıklar bile arınmada.



      Ben de ayların şahıyla yirmi üçüncü buluşmama hazırlanmadayım. Her sene daha da şevkle karşılayabildiğim için onu Yaradan'a şükürdeyim. 
     Gelin, hep birlikte şükre tutunalım. Ramazan şerbetlerini hazırlayıp gerek yüz yüze, gerek ''siber'' hasbihallere çıkalım. İftarla sahur arasında uyku tutmazsa o mübarek vakitleri şanına yaraşırca değerlendirelim. 
     Bir de bayramda araba tutması, güneş çarpması falan çekinceye kadar anneannelerin, babannelerin, dedelerin dizinin dibinde oturup dişler pes edinceye kadar badem şekerinin falan dibine vuralım.
     Bence çok da iyi güzel olur. 

Not: İmsakiyedeki hadis-i şerif: ''Oruçlu kimse döşeğinde uykuda bile olsa hep ibadette sayılır.'' Hz. Muhammed (s.a.v.)

Not 2: İmsakiyedeki Hz. Ali (r.a.) özlü sözü: ''Gelip geçicidir bu dünya, yoktur onda karar; örümcek ağı gibidir, dokunsan hemen kopar. Ey rızkını arayan! Yetişir bir-iki lokma; burada durucu değilsin, boşa yığınak yapma.''

İstifademiz bol ola.