2 Temmuz 2012 Pazartesi

Tuz Döngüsü

     2 Temmuz 1995 - Pazar





     O pazar da ailemle denize gidip olan hıncımı sudan ve kumdan çıkarmanın, sahilde kuyu kazarken bulduğum pembe solucanların hareketlerini izleyip gördüğüm deniz kaplumbağalarının etkisiyle babamın kucağına atlamanın verdiği hazla eve döndüm ve işte o en sevmediğim fasıl başladı: BANYO. Kıpkırmızı olmuş burnumla ve yanaklarımla, annem çitilediği zaman daha da kızaracak olmalarıyla ve olanca kumumla küvetin yolunu tutarken, topladığım deniz kabuklarını bir an önce ipe dizip kolye ve bilimum takılar yapmanın hayalini kuruyorum. Annem suyu milimetrik bir şekilde uygun sıcaklığa getirirken, suyu görünce yine dönen gözlerimle küvetin tıpasını yuvasına yerleştiriveriyorum ve en az bir saatlik banyo maceram başlıyor. 
     Vücudumun kırmızılık katsayısı iyice arttıktan sonra, saunaya dönmüş banyodan çıkarken zaten içerde içimi hiç rahat ettirmeyen o korku gelip buluyor beni tekrar: YA ANNEM DENİZ KABUKLARIMI ATTIYSA?
     Alelacele giyinip çantaya koşuyorum çünkü yiyecek-içecek ambalajlarının arasında çöpü boylamış olabilir ve babam çöpleri atmış olabilir. 
     Neyse ki ordalar, derin bir nefes alıyorum ve bir Drima makarası alıp başlıyorum hepsini güzelce, kendime göre tarzlar oluşturarak dizmeye. Bir dondurma kutusu kadar varlar, nasıl bitecek bunlar?
     Böyle düşüncelere gark olurken bütün gün deli dana gibi koşturmanın verdiği yorgunluk ve yediğim sosisli milföylerin verdiği rehavetle elimde Drima sızıp kalıyorum. 
     Sabah uyandığımda aklıma ilk gelen şey kalan deniz kabuklarım oluyor zira dondurma kabım ortalıklarda yok. Doğru mutfağa koşuyor ve anneme hesap soruyorum gözlerimle. ''Annem, sen işine yarayanları alıp kolyelerini yaptın sandım da kalanları attım ben.'' 
     Sakin, stres yapmaya gerek yok. Çöptedir, gider alırım. Fakat o da ne? ÇÖP KUTUSUNUN İÇİNDEKİ POŞET BOMBOŞ! Babam üşenmemiş, sabah indirmiş çöpleri. 
     Büyüdüğümde belirli çöp günleri olacağını ve bu ebeveynlerin akıllarına her estiğinde bir şeylerin çöpü boylayamayacağını bilsem bu kadar üzülür müydüm, bilmiyorum. 



     2 Temmuz 2000 - Pazar




     Yaşasın, bugün deniz günü! Aslında annem izinde olsa bana her gün deniz olur fakat şimdilik böyle idare ediyoruz. Hafta içi halamlarla giderim ben zaten. 
     Kuma ayak bastığım anda üzerimdekileri teker teker oraya buraya atıp denize kollarımı açıyorum annemin ''Güneş kremi sürücem daha!'' çığlıkları arasında. Kaçıncı kez soyulduğumu hatırlayamıyorum ama bu tuzlu suda bir şey var. ''Ormanın Moglisi varsa denizin Handesi var, hüleauua!'' içsel nidaları arasında yüzüyorum, dalıyorum ve çıkıyorum. Suyun altında gözlerimi açıyorum, pek bir şey görünmüyor ama daha çok denize girdiğimde ona da alışıp bir balık nasıl net görüyorsa öyle net görmeye başlayacağım denizin altını ve o hiç bozulmayan simetrik kum tepelerini.
     Artık yavaş yavaş kova-kürek-tırmık üçlüsünü bırakmalardayım. Solucanlar biraz özlesin beni, zaten bu geldiğimiz plaja da otel mi yapılacakmış ne. İnşallah gittiğimiz ve keşfedeceğimiz diğer yerlerde bulurum onlardan. Biraz Pokémonum varmış gibi hissetmek istiyorum şu sıralar, o yüzden yengeç falan bulsam çok daha güzel olacak. 
     Hiç sonlanmayan hayal dünyamla bir günü daha geçirirken, arabada biraz uyuklayarak eve geliyorum ve hiç sevmediğim o anla burun buruna geliyorum: BANYO. Bir de girince esiri olacağımı ve uzun zaman çıkamayacağımı bildiğimden gözüm hiç yemiyor bu işi ama annem beni kumlarımı yere dökmemem için koşmaya zorlarken bunları düşünemiyorum pek ve kendimi küvetimde buluyorum. 
     Artık dışarı çıktığım zaman sıcaklayamacağım ya da terlemeyeceğim çünkü klima denen bir şey var. O çalışırken üzerinde yorganla yatmak mükemmel oluyor, hele denizden geldiğin için sallanarak uyuyorsun ya. Sabah nasıl oluyor anlamıyorum. En geç 7'de ayakta olduğumdan belki. Fakat annem bu hevesimi de kursağımda bırakmayı başarıyor. ''Klimayı kapatsana hayatım, üşür şimdi. Hem çok suda kaldı, soğuklama olmasın.'' 
     ANNE, BEN O YORGANLA NE HAYALLER KURDUM; HABERİN VAR MI? 
     Olan ısrarı ediyorum fakat nafile. Babam da destek olmuyor, yine boncuklu tişörtüm ve şortumla uykuya dalıyorum sıcakta. 
     Büyüyünce kendime ait bir klimam olacağını ve açık-kapalı olmasıyla, derecesiyle bizzat kendimin ilgileneceğini bilsem bu kadar üzülür müydüm, bilmiyorum.



     2 Temmuz 2006 - Pazar




     ''Dershane de tatile girdiğine göre hepimiz bir tatili hak ettik.'' diye düşünürken bu pazar kendimi başka bir şehrin denizinde yüzerken buluyorum. Yapacağım şeyleri iki güne sıkıştırmak zorunda kalmayacağım için çok mutluyum. Lise 2'nin çok zor olduğunu falan söylüyorlar ama şimdi kim tınlar okulu. Yamaç paraşütü falan yapma planlarım var, bakalım. Bir de deli gibi yandım bu kez sanırım, memlekete gidince belli olacak. Soyulmadan kalırsam ''Bu kez oldu.'' diyeceğim. 
     Akşam otelde yemek falan derken banyoları uzun tutamıyorum, bir de sıra faktörü işin içine girdiği için işin keyif kısmına girmeden bu BANYO olayını bitirmeliyim. 
     Tuzlu sudan çıktıktan sonra ne kadar da rahatlatıyor o su, yatağa geçip biraz serilmeden olmaz. Bu hayalleri kurarken ve hatta bir saniyeliğine gerçekleştirmişken annem banyodan sesleniyor: ''Annem, bikinini sıkmamışsın, onu bir hallet de balkona asıver. Çok kum olduysa şurdaki duş jeliyle çitileyiver.'' 
     Canım hatunumun benim deniz sonrası sefalarımla ilgili bir sıkıntısı var, diye düşünüyorum. Deniz muhabbetlerimizi şöyle bir gözden geçirdiğimizde durum bunu gösteriyor. Neden öyle düşündüğümü şimdi hiç yazmayacağım, acıktım ve yemek yemem lazım. Belki başka zaman, aklıma geldiğinde. 
     İlerleyen yıllarda bu ''bikini sıkma'' işleminin bir dakikamı bile almayacağını ve bu konuda profesyonel olacağımı bilsem bu kadar üzülür müydüm, bilemiyorum.



     2 Temmuz 2012 - Pazartesi




     Annemin izninin ilk günü. Çocuklarıyla çok daha fazla vakit geçirmek isteyen bir ''yılların çalışan''ı artık o. O nedenle ailenin dördüncüsünü almadan üçlü olarak yola koyulup plajın yolunu tutuyoruz. Ergen zamanlarımda arkadaşlarımla doldurduğum bir CD bulmuşuz bir de, nostalji yaparak gidiyoruz. Poyrazlı havada akıntı olacak  ve bu kaslarıma yarayacak diye düşünüyorum. Sadece voleybol oynayamayacağım sanırım, o kadar. 
     Oturulacak yere karar verilince güneş kremi sürme seansına geçiyorum, onu eksik etmemek lazım. Annem bir taraftan, ben bir taraftan cildimi kreme bularken kardeşim çoktan hazır ve bana saldırmayı bekliyor. Hava o kadar rüzgarlı ve deniz o kadar akıntılı ki, açıklarda ellerden-kollardan kaçırılmış deniz yatakları, kendi kendine yüzen şemsiyeler falan görüyoruz. Bir tekne, turistlerin uçan deniz yatağını getirmek için tekrar karadan denize inmeyi göze almış, geliyor. 
     BİZİM DE TOPUMUZ KAÇTI, ONU DA ALSANA ABİYY!
     Neyse, önemli değil. Peşinden deli gibi yüzdürüyor beni, yakalıyorum fakat rüzgarın onu havaya savurması kendisine ''FINISH HIM!'' özelliği kazandırıyor. Sağlık olsun. 
     Kardeşle boğuşmalar, kulaçlar, taklalar, suya yatmalar, kıyıda azıcık güneşlenmeler, sohbet-muhabbet derken rüzgar duruyor ve dolunay yüzünü gösteriyor. Denizde inanılmaz bir dinginlik. Saat 8'e geliyor fakat kimsenin gitmeye niyeti yok. Hava, ortam o kadar güzel ki. Başka bir gün akşam gelip sahil keyfi yapmak üzere 9'a doğru ayrılıyoruz yine ordan. Acelemiz yok, arabamızda CDmizi dinleye söyleye gidiyoruz. 
     Eve gelince yarım saat ayakta beklememe neden olacak o meşhur durum: BANYO SIRASI. Banyoya girsin diye canımızın çıktığı, girdikten sonra da çıkaramadığımız canım kardeşim şarkı söyleye söyleye banyoda. Benim de aklıma o sırada atılacak tivitler, yazılacak yazılar geliyor. Ha, bir de şu sıralar sanal ve gerçek arkadaşlarımla paylaşmam gereken bir şarkı var; onu yorumlayıp halledeceğim. Birkaç güzel fotoğrafım var, dolunay delisi canım arkadaşıma onlardan üçünü kolaj şeklinde ithaf edeceğim. Yani, söyleyince çok gibi görünen, bana göre az işim var. Sevdiğimden. 
     Canım annem gece 3 gibi ''Annem, denizden gelince çamaşırları asmıştım; kurumuştur. Onları bir toplayıver.'' diyecek; ''Hay hay.'' diyeceğim ona, gitmişken dolunaya bakacağım.
     Büyüyünce bana böyle seveceğim işler çıkacağını, içime döktüklerimi içimi dökercesine biri ya da birilerine aktarabileceğimi bilsem bu kada...
     Bi' dakika. Üzülmedim ki.
     Nası' yani?
     Haydaa, büyümüşüm!