15 Ekim 2013 Salı

Günün De(m) Hâli

     Aklıma birkaç parlak fikir şimşeğinin hunharca çaktığı bir ikindi üzeri vardı, geçeli kırk sekiz saat falan olmuş neredeyse yine. Akreple yelkovanın ne zoru var anlamıyorum, çok aceleci değiller mi? Yahut ben ahesteyim. Zihnimin ışık hızını solda sıfır bırakıp geçmesini hesaba katacak olursak zavallı saati suçlamam biraz mantıksız aslında. Tamam, bir hayli. 
     Ben, güneşin derbeder huzmeler halinde içeri sızıp halının desenlerine üçüncü, bilemedin dördüncü boyutları kattığı zaman derin bir nefes alıp pek bayıldığım düşüncelerime gark olmayı seviyorum galiba böyle. O nedenle, bedenimi dinlendirirken kafamı demliyorum. Yirmi dördün, birkaç kişiyle yarım ağızla paylaştığım on beşinde, bilemedin on altısında, küçükken arabanın ön yolcu koltuğunda giderken -öne oturmaya başlayabilecek kadar "büyük" olduğumuzda tabii, Barış Abi!- gözlerimizin içine akan güneş ışığında sonradan adının iris olduğunu öğreneceğimiz bölgenin minimize yer ve maksimize renk değiştirişlerini hayret ederek ve kendimizi beğenerek seyreylerkenden bildiğim bir gülümsemeyle çehremi güneşe verip "tezat çıkararak" gaddar ya da uysal duygulara yer veririm şuurüstümde. Bugün bayram romansı var üzerimde bir de, değmeyin artistik keyfime!
     Nil Karaibrahimgil'in "Bütün Kızlar Toplandık" parçasının -ne meşhurdu!- video klibinde çıkan ufak dip, pardon, üst-alt-sağ-sol notların birinde belirttiği "oda içine sızan dikdörtgen güneş ışığı içinde şarkı yazma" eyleminin biraz daha elle tutulamayıp gözle görülemeyen "cover"ını yapıyorum uzun lafın daha da uzunu. Bugün de muhtemelen bayram çikolataları eşlik edecek beyin kıvrımı kapmaca oynayan düşüncelerime. En başıboşumuzun, berduşumuzun dahi gönlüne beyaz ışıktan günışığına geçince içi açılan oturma odasının ferahlaması gibi bir "Oh be!" hali düşüyor(dur). Öyle bir, manyetizmayı yerle bir eden muknatıs.
     Eskisi kadar, ellerinde poşetleriyle ve onun içinde yenmiş şekerlerin mahzun ambalaj kağıtlarıyla şeker koması raddesinde eve dönüp su sürahisine saldıran çocuklar göremesem de tahayyül edebiliyorum ya hâlâ, ona bakayım ben. En azından daha "Oğlum dur, abla geçsin de topu öyle at!" diyebiliyorlar ve İstanbul'un dillere pelesenk, gönüllere adrenalin yokuşlarında taştan kaleleriyle "şut çekişebiliyorlar". Ben de onlara içten ve içimden bir "Abla diyen dillerinizi yerim sıpalar!" şefkati yollayabiliyorum telepatinin patileriyle.
     Yurdumun herhangi bir yerindeki herhangi biri şu anda bugünkü bin sekiz yüz altmış üçüncü falan Barış Manço-Bugün Bayram videosunu sosyal medyanın herhangi bir üyesinde paylaşırken akşam içeceğim demli çayımı, sevgiyle yapıldığı üzerinde anne kucaklamasından nefessiz kalan çocuk edasıyla salınan minik çatlaklardan anlaşılan kurabiyelerimi düşünüp mutlu olabiliyorum. Ve bir Kurban'a daha çıkabildiğim(iz) için Yaradan'a yine şükür, çok şükür, bin şükür, sonsuz şükür ile secde ediyorum dün sabah başlayıp, dördüncü bayram günü ikindiye kadar Teşrik Tekbiri getirmeyi unutmamayı dileyerek. (Sübliminal Mesaj)



     Gidip hevesle aldığım çiçeğime bakayım bir de, ilk bayram günü kaç goncası şımarık birer kasımpatı olacak diye.

     "Cümle günahlar affola,
      Bayram o bayram ola."